19 Ağustos 2009 Çarşamba

I'm ready!

Tracy Chapman'in 'I'm ready' diye bir sarkisi var bilmem bilir misiniz? Soyle basliyor sarki;

'I want to wake up and know where I'm going.'

Iste bir sarkinin siir gibi sozlerinde yine dalip gittim bugun. Benim istedigim de bu evet, uyandigim anda nereye gidecegimi biliyor olmak ve buna hazir olmak, olabilmek ve kalkip gitmek 'oraya' her neresiyse orasi. Orasini bilmiyorum ben, bulamadim hala. Ankara'dan basladigim yolda, ugradigim sehirlerde aradim hep, ya da ugramayi hayal ettigim sehirlere gitmekle umdum bulacagimi. Ankara'dan ilk cikisimda cok uzakalra gittim. Hayatimin akisini da degistiren zaten bu oldu belki de biraz, yoksa hala Ankara'da yasiyor-mus gibi yapmaya devam ederdim belki de. Ama orada yasamadim, orada da ziyaretciydim. Turistle gezginin farkini bilir misiniz? Turisttim ben iste, gezgin degil ama gezgin olmak isterdim hep. Sonra neredeyse tam bir sene once Berlin'de buldum kendimi. Ilk geldigim gun ramazan bayraminin ikinci gunu, ekim ayinin basiydi. Tek basima, iki buyuk bavul ve iki sirt cantasiyla, iki ucak aktarmasiyla ulastim Tegel Havaalanina. Sonra iki otobus aktarmasiyla kalacagim muhitin yolunu tuttum. Bunlar hayatimda unutmayacagim zamanlarin baslangicinin hafiza noktalari, hayatimin cok guzel oldugu degil ama hayat-im diyebildigim zamanlarin baslangici oldugu icin hala hafizamda taptaze. O gun Eseboga'dan ucaga bindigimde ilk calan sarki mp3 calarimda Tracy Chapman'dan bir sarkiydi yine, 'The Promise.' O zamanlar bir sevgilim vardi, simdi adini anmaktan, yuzunu gormekten, cehennem zebanilerine bulasmaktan kacar gibi kactigim ama o zamanlar ne oldugunu bilmedigim ilk askin son kirintilari ya da bogulmama cabalarinin son demleriydi. Hala sevdigimi zannederdim, simdi anliyorum aslinda sevmedigimi, ve bitmesini isteyip de hicbir sey yapamadigimi. Berlin'e gelmek, damarlarimdan kanimi emen bir sulukten kurtulmanin bilincaltimdaki yansimasiydi suphesiz. Ama sadece bir sulugun kanimi emmesi degildi sorun, aileyle yasamak belli bir yasa gelince imkansiz ve zararli bir seymis, yasayarak ogrendim. Butun bunlarin da dunyanin en gereksiz sehirlerinden Ankara'da, en anlamsiz sokaklarinda, gri renginin her seyi boyadigi o lanet yerde olmasi butun sikintilari costuran, bardagi tasiran son damla oldu sanirim. Ankara'dan hep Istanbul'a gitmek isterdim, ilk askimin acisini cektigim 15 yasimda Istanbul gidecegim sehirdi, en uzak, en cok imkanin oldugu, tamamen her seyin degisecegi yer. Ama gidemedim.

Ve sonra Berlin'e geldim. Geldigim gunlerde kan emici suluk hala rahatiz etmeye devam etti beni, ben de alisamamistim zaten almancanin melodisizligine, kavga eder gibi gelen yankisina. Ama suluk tenimden koptugunda ve ben kendimi aynada yeniden gordugumde, 'The Promise' anlamini kaybetti. Ben fark ettim ki aslinda kendime soz vermistim o ilk gun sabahin altisinda ucaga binerken, baskasina degil ya da baskasi bana degil ve sozumu tuttum. Ariyorum simdi orayi, ve bir gun uyandigimda nereye gidecegimi biliyor olacagim ve hazir olacagim gitmeye. Ve o ana kadar gecen her sey beni ben yapan, yasadigim seyler bir hazine gibi dizilecek yanibasima.

2 yorum:

  1. bizim de çok zaman konuştuğumuz, benim dibine kadar katıldığım birtakım fikirlerin...

    ailemden, beni bağlayan zibilyon tane şeyden uzakta, her şeyin mümkün olduğu istanbul'da olduğumu bana hatırlattın yine. sırf bu yüzden yarın sabah bize kağıt helvacı çocuğun musallat olduğu sahile gidip yürüyeceğim :)

    here starts the brave new world!

    YanıtlaSil
  2. yuru yuru, iyi gelir ama kagit helva alma yine, inatlas :,

    it already started :)

    YanıtlaSil