31 Ocak 2010 Pazar

and i'm just looking at the floor, just looking at the floor

toparlan evlat

hüzün kokuyor üstün başın

(16 Haziran, Cumartesi, 2007)



bir pazar gunu klasigi, anksiyete saldirilari, dunyadan yok olma istegi ve paranoyanin sicak kucagi ve birikmis kelimelerim.

Kopardım dilimi en son

inledi Yine de içimde

farkında olmadan

kan kaybından mezar taşı

içi buz gibi soğuk

içi buz gibi korkunç

orada unuttum işte


(14 Haziran, Pazar, 2009)


-


tedirgin kararlar

her daim kanar

yazdım

oraya

buraya

içi boş mezar taşlarına

gidişiyle kepengini çekmiş aklım

tecavüz ettikten sonra bana


(16 Haziran, Cumartesi, 2007)



-


nedense yine de

diyemiyor kimse elveda

kapı orda hep açık duruyor

le tristessa durera


(24 Haziran, Pazar, 2007)



29 Ocak 2010 Cuma

i feel so funny and i feel so sad

"i could stand some lovin
oh so bad"

Hayatta her seyden bir gun nefret edecek hale gelir mi insan, nefretini neyle besler, nereden alir bu gucu, yorulmaz mi? Hayatin her pisligine ragmen ne yasatir insani, ne hala burada durmani aciklayabilir, nerden gelir bunun motivasyonu? Artik inandigimiz hicbir sey kalmadi der zamanin sesi, artik bekledigimiz, umdugumuz, hayal ettigimiz seyler yok oldu der saatin tikirtilari. Oyle bir yerdeyiz ki diye dusunur sokakta gece yarisi otobus bekleyen adam, ruzgarin kibritini sondurmesine kizamaz. Oylesine bir haldeyiz ki diye yazar belki biri besinci katinda 20 katli binanin. 2o katli binanin besinci katinda yasayan pencereden bakinca gorur belki otobus duraginda bekleyen adami. Otobusu beklemekten ici daralir, soguktan cani sikilir, sigaradan cigerleri acir. O anin fotografini ceker, cerceveletir ama adam birazdan gelen otobuse biner gider. O iki insan ayni seyleri dusunduklerinin farlinda degillerdir, olamazlar. Bunu kesfetmeleri icin hangi matematiksel hesaplamaya danismak gerekir? Belki de akillarinin ucundan bile gecmez. Ne de olsa o katta oturan biri, o durakta bekleyen birileri hep olur. Belki de bu hem nefretin hem de dayanmanin, umudun temelidir. Bir seyler hep var olmaya devam edecek, aralarindan secip durdugumuz mutluluklari ince bir ipe dizip kolye yapacagiz sonra ama tabi ki bir gun her sey de bitecek herkes icin. O zamana kadar, devasa pencereleri ve perdesi olmayan bir odanin kenarina ilismis koltugumda, elimde cayim, kahvem ya da her neyimse, dudagimda sigaramla, disariya bakip muhasebe yaparken, odanin diger kosesinden gicirdayarak Nina'nin sesi gelsin, yavas yavas alistirsin garipliklerine vaktin akisinin, saatin yanisinin ve gecenin isiklarinin.




Tum zamanlar listemde, en yuksek siralardaki yerini hep koruyan bir sarki "I want a little sugar in my bowl". Birkac yil once the wire'da da karsilasinca ve dizideki bir sahneyle ozdeslesince artik unutulmaz bir yere kondu benim icin bu sarki.

* Nina, tanimadan ozluyorum seni.

26 Ocak 2010 Salı

ocak akşamı

-16'dan ilerleyen saatlerde -21'e kadar dusecek olan sicakliga aldirmadan yasamaya calismak zor mu kolay mi su an icin emin degilim. Iki ay sonra hayatimin nerede, nasil, kiminle devam edecegi hakkinda en ufak bir fikre sahip olmamama ragmen, ve bu belirsizlik endise saldirilari ve depar atislarina sebep olsa da, tez, mide, spazm, kramp ve sanci kelimelerini tekrar ettirse de, su an icin emin oldugum tek sey Ortacgil'in dediklerini tekrar edip durmak istedigim, biraz degistirerek. olamaz mi? olabilir.




"belki benim kağıt param, bir şekilde, döne dolaşa senin cebine girmiştir"




editimsi: bu sarkiyi bana teee ne zaman once tanitan cagnan'a sevgilerimi iletiyorum buradan, unutmadan.

24 Ocak 2010 Pazar

and it breaks my heart

Rob: I can see now I never really committed to Laura. I always had one foot out the door, and that prevented me from doing a lot of things, like thinking about my future and... I guess it made more sense to commit to nothing, keep my options open. And that's suicide. By tiny, tiny increments.


(shake it up)Su garip dunyanin garip duzeninde yasayip gidiveren garip organizma halimiz bize hic yardimci olmuyor. Beni pazar gunleri hep rahatsiz eder, dunyadan silinse umursamam, 6 gun kalsa sasirmam. Oturur ders bile calisir hale gelirim, yazi yazarim, kimseyle konusmak istemem, odamdan cikmam, sigarayla sevisirim. Bir de bir sey arar dururum, ya gozlugumu ararim cekmecelerde, ya uzun suredir gormedigim bir fotografi, ya da eskiden dibimi dusuren birinin facebook sayfasini (i never loved nobody fully), sigara paketi arada bir kaybolur ama en buyuk korkum pazar gunu sigaramin bitmesidir, stoklarim. Ertelerim, uyanmayi, kahvaltiyi, temizligi, dersi, onu ve bunu ve hatta sunu bile. Bugun de ne guzel ayni seyleri yaparim diye uyandim bilmeden belki de. Odanin kapisini acip da uc adet zarfla karsilastim sonra. Birincisi atina'dan gelen staj dokumanlarini, ikincisi master basvurumun ulastigini, ucuncusu ise mart sonu itibariyle odamdan cikmam gerektigini bildirir bana. Sonra pazar klasigim bozulur, hemen kahvalti yaparim, temizligimi bitirir, bulasiklarimi yikarim, bir telefon beklerim gelmez ben de zaten gururumdan aramaya yanasmam, aklmdan bile gecirmem (always one foot on the ground), sonra gunlerdir takildigim konuyu calisir bitiririm, kalinca giyinip alisverise gider cebimdeki butun parayi bitiririm, yemek yapar yerim, o yemegin bulasiklarini bile yikarim, utanmadan. O kadar erteledim, yapacak bir sey kalmayinca aramaya baslarim yine, is ararim, almanca kursu ararim, doktora programi ararim, burs ararim, bulamam sikilir kapatirim. Sonra onu ararim, yok aramam mesaj atarim (and by protecting my heart truly), sonra okunacak blog ararim, bir yerde bir sarki duyarim ve tikanirim. Sonra o sarkiyi dinlerim, o sarkiyi durmadan dinlerim. (i hear in my mind all this music), high fidelity diye bir film vardi, onu hatirlar huzunlenirim. (and it breaks my heart)



Laura: All I'm saying is, you have to allow for things to happen to people, but most of all to yourself. And you don't Bob, so what's the use?




Dusunur dururum artik, (suppose i never ever let you kiss me so sweet and so soft) dusundukce daralirim (suppose i never ever saw you) sonra da abuk subuk seyler isterim korkumdan (suppose we never ever called). Arkadaslarimla konustuklarim gelir aklima durmadan (all my friends say that of course its gonna get better ), bugunu bitirmek uzere olmanin verdigi bosluk ve rahatlamayla, yarinin hemem geliverecegi gerceginin sikintisi coker durur tam karsima ve ben bir sey olsa da aniden uyusam derim, ya da o gelse, uyumadan once beni opse, uyutsa diye beklerim ama yine de atarim bunlari kafamdan yavasca, rahatca, belirsizlikler uzer beni sakin sakin, disarinin sogugu korkutur, yok olmak isterim aniden, bir bokluk var bu iste ama nedir bilemedim, bir sigara daha mi yaksak ne? (and it breaks my heart).


Rob: ...I agreed that what really matters is what you like, not what you are like... Books, records, films - these things matter. Call me shallow but it's the fuckin' truth, and by this measure I was having one of the best dates of my life.

21 Ocak 2010 Perşembe

beni sana sımsıkı sarılı görenler olmuş

Haftanin ortasi, 8 yillik bir arkadas, kirmizi sarap ve fon muzigi niyetine bir sarki. Gecmis, gecmemis, gecememis, gecmeyi reddetmis nice sey. Bir sarkinin siir gibi sozlerinin sebebini cozemeden, tum hayatini onune caktirmadan koyuvermesi, oylece beklemesi, gitmemesi. Sigaraya baslayali da 8 yil olmak uzereymis, o sigara hep yaniyormus sanki ve durduralamaz bir raki icme istegi konmus odanin tam ortasina. Tum bu dusunceler, bu garip ruh hali her seyden korkutup, her seyden suphe ettiriyormus insani. Bazen camdan disariya bakarken sogugu unutup gulumsedigin anlarin azalip cogaldigini fark etmenle degisebilirmis tum hayatin, bazen bekledigin, umdugun sey gerceklesince en buyuk korkularinla karsilasirmissin. Korkularin hic bitmezmis, bitmez gibiymis, bitemezmis belki de. Bir insani hayatta tutan da neymis, kimmis, nasil olurmus. Bunlarin hicbir cevabi yokmus. Ama asik olurmussun her seye ragmen, kisa bir surede, korkarak, titreyerek, kabuslar gorerek, ellerine degince hicleserek. Sonra da bir turku olup cikarmis karsina, umudunmus.


Ümmüşen - Yeni Turku Derya Koroglu - Sezenler Olmuş - The best free videos are right here

18 Ocak 2010 Pazartesi

iki geyiğin sıçrayıp havada öpüşmesi gibi *

saturday sun came early one morning
in a sky so clear and blue
saturday sun came without warning
so no-one knew what to do.



Yillar oncesinde, bir muzenin icinde yorulmus, bezmis, can sikintisina teslim olmus gezerken, gozum bir resme takilmisti, sade, basit, deli. This is the color of my dreams, resmin adi, tum gun gezdigim muzenin icinde ilgimi cekip, beni heyecanlandiran ve fark etmeden karsisina oturup uzun sure resme bakmama sebep olan neydi, ya da bir sey mi olmali illa, aniden carpilmistim iste, hesapsiz. beklenmedik anlarda beklenmedik seyleri temsil etmesi acisidindan hep aklimda.

**

so sunday sat in the saturday sun
and wept for a day gone by.


* Lale Muldur

** This Is the Color of My Dreams, 1925
Joan Miró (1893–1983)

10 Ocak 2010 Pazar

how soon is now?



Olmaz denen seylerin olusu, hic beklenmeyen, hep suphe edilenin gerceklesmesi, asla var olmadigini iddia ettigin bir duygunun eline dusmek, ve sil bastan bir adim, hadi bakalim, utanmadan daha iki gundur tanidigin ve neredeyse butun iki gunu beraber gecirdigin birine asik mi ne oluyorsun. Sacma cok sacma. Yillarini 'how soon is now'i mars ederek gecirmis biri, bu sarkinin gercekligine inanmis biri, simdi gerceklesirse ne yapacak merak ediyorum. Hepsinden de ote asik mi oluyorsun diye suphelenirken hala neden ilk bu sarkiyi dinliyorsun, garipliginin disinda biraz da the smiths'in bu sarkisinin neden bir marsa donustugunu cok iyi ortaya koyuyor. Ne olursa olsun hep orada, tam da bilemedigin bir yerlerde, icinde oylece duruyor bu soru 'how soon is now?'

Bir bok olur hayat devam eder, eder bir sekilde, ne de olsa.