21 Temmuz 2010 Çarşamba

fevgo

hikaye anlatici, ilk defa, uyandiginda artik hazir oldugunu hissedebildi, gun gelmis tam da her sey yerine oturmus bekliyordu, daha herkes uyurken sehre coreklenen isigin destegiyle bir siirden olusmus aklinin odalarini toparlamaya basladi, her sey o kadar hafif, o kadar kolaylikla yerini buldu. sogumus uzun gecelerin hikayelerini anlatan bir arkadasinin dedigini tekrarlayarak gune basladi, insanin, gerektiginde, en azindan gidebilecegi bir yer olmasi gerekir, o yer kendini belli etmeden hazirlanir, tum sahne kurulur, seyirciler gozlerini dikip beklemeye baslar, iste bu defa o yer kendini belli etti ruyalarinda anlaticiya, her sey berraklasip duru bir fotografa donustu, cercevesini yerlestirip evin her odasinin en buyuk duvarina yerlestirdi. hikayenin en basinda anlaticinin yoldasi tutup bakmisti gozlerine, 'olmaz' demisti, sonra digerleri de bu cesareti gosterip soyleyebildi 'olamaz' diye, taraf tutabilecek cesareti olan arkadas dunyada bahsedilen en guzel surprizlerden biriydi belki de. simdi herkes hep bir agizdan ayni seyi soyler oldu, sahneden inmenin kacinilmaz oldugunu ve oyunun artik son perdesinde hikayenin degistirilemeyecegini. ruyalari vardi anlaticinin, yanindaki insanlara hic cekinmeden anlatip durdugu, uykulardan kacip sigindigi hayallerin gerceklesme ihtimalleri vardi, o sehirden bu sehre gezip durdukca hayallerini gerceginden cok sever oldu hikayeci, sirf hikaye devam etsin diye, yeni sayfalara yer kalsin, gunese uyku karisabilsin diye sayfalarina doldurdu her seyi, geriye kalan, hikayenin sonunun verdigi haz ya da hayal kirikligi degildi, geriye kalan, sayfalardan tasip yerlere dokulen bir an bile olsa, kisa bir zamanda bile gecse, hikayecinin cabasiydi, hikayecinin inanci ve ugrasi, hepsi guzel bir yaz aksamini simgeleyen emekler, cunku hikaye bittigi zaman geriye sadece hikayeyi yazma cabasinin, emeginin guzelligi kaldi geriye.



ayni ses, ayni dil, belki de ayni dertler. kis gecesi, yaz serinligi, kus sesleri, deniz pariltisi, gokyuzundeki bulut izleri, ruyalarin bitmek bilmez cileleri, herkesin her seyin sesi, dunyanin donusu carpar durur yavastan, elini uzatsan ulasabilirmissin gibi havaya, asili kalmis karsinda dusunceler. anlatici hem gidiyor, hem gulumsuyor sahneden, onu anlayan birkac kisiyle birlikte.

olumsuzluk yok, zamansizlik yok, sonsuzluk bir ruyadan ibaeretken, insan her seyin ozunu icinde biriktirmis bir yaratik, ickinin verdigi guzel hayalle olumu hancerlemeye calis, karsina gecip de durdugu zaman son saniye sen de sevin bir cuval bosluktan olusmadigina, daha yazilmadan silinmis bir hikayen olmadigina, bozuk, cizilmis ve cope atilmis bir plak olmak bircogunun kaderi, ama aksine tesebbus edebilenlerin guzel hayalleri, gecenin sesi gibi duracak her yerde, kimisi daha taninmadan tam unutulup silinecek, kimininse isminin zikri yeterli bir sebep olacak devam etmeye ayni sarkilari dinlemeye, sokaklardaki kalabaliklarin arasinda gezen golgelerden uzaklastikca, duz bir hayatin mimari olmadigina, hayatta bir bos surahi gibi duran insanlarin anlamsizliklarina siir yazabilecek kadar dolmus bir buluta benzeyeceksin. tum bu curumusluklerin karsinda yolculuk en guzel ruya, en umut dolu ugras oluyor hikayeci icin, zihninin odalarini bir bir bosaltiyor, kiracilarini cikarip, kapatiyor kapilarini, sesler azalip kimse kalmadigi zaman, anahtari takip kapiyi kilitledigi zaman hikaye yeniden baslayacak, biliyor.


15 Temmuz 2010 Perşembe

gelen geçene sordum, ondan avare oldum

gecenin yarisini gecerken sokaga atardi kendini kucuk sehir sessizligi. beyaz gunesliklerin sakladigi binlerce oda, yaz gelince, gun uzayinca ne yapacagini sasiran cocuk gibi, uzayip gidiyor gunler, oyle hizlandi ki zamanin akisi, ne tahmin ne tahammul edebiliyor insan. buyursun, adam olacak diye beklerler, bir turlu cikip gelmez icinden o adam, hala yaz aksamlarinda ne yapacagini sasirir durur sehir ama hep de yapilacak bir sey, yetisilecek bir yer vardir. en guzeli de sicaktan bunaldigin gunun aksaminda hic caktirmadan uzerine coreklenen serinlik ve sehir kokulu ruzgardir belki de, kucuk seyler, cok kucuk seyler, cok kucuk dertler, kucucuk dermanlar, anadolu ezgilerinde surekli yinelenen bir serzenis vardir, anin getirdigi olanaklari yok sayan, butun olanaklari yadsiyan, oldurucu bir dert vardir bir yerlerden cikip gelen, ne bilim ne ilim kar eder, care bulunamaz, belki de iste bu mudahele sansi birakmayan masalsi dogu sancisi her seyi sarip sarmalar, bambaska bir sey yapar cikarir sicak sehir aksamini, nerde olursan, kim oldugunu dusunursen dusun, cunku daha kucukken, daha haberin yokken, icine tohumlari itinayla ve nazikce yerlestirilip, sonra da hic belirti gostermeden yeserip dallanan, budaklanan, suyu eksik edilmeyen tabiplerin bilmedigi bir dert vardir icinde, avare yapar seni.

http://fizy.com/s/1ai4gr

9 Temmuz 2010 Cuma

raise a tent of shelter now, though every thread is torn vol. 2

ben bir turlu gidemiyorum, gittigimde neler olacagini hayal edebiliyorum, pastoral ve buyulu bir manzarada kendimi sahnenin en ortasina koyup izleyebiliyorum, denizi mavi, gunesi kirmizi, filtresi sari-turuncu bir kameradan yazip-yonetiyorum filmimi, ama bir turlu sonunu getiremiyorum, her nasilsa en son planda baska bir sey giriyor araya, ya gecmisi gosteren bir sahne, ya da paralel bir kurgu oyunu, her halukarda bitmiyor sekans, sanki kendi ozgur iradesiyle sonlanmamak icin bilincimi akitiyor gozlerimin onune, yirmi yil geriye sicrayip unutkan beynimin hatirlayabildikleriyle beni biraz daha oyaliyor, butun bunlar olurken zaten ana planda o kadar cok sey degisiyor ki hikayenin gidisati da ister istemez farkli bir yol aliyor, hikaye, bir nevi, kendi kendini yeniden yazip duruyor, ya da beni buna inandirabildi tum gunesin doguslari, gecenin uzun-kisa oyunlari, insanlarin yavas cekimde gelip, karsimdan gecip gidisleri, el sallayin etrafiniza, sarki hala bitmedi, ve son hic gelmedi, devam ediyor.