29 Eylül 2009 Salı

Yazdan Kalma Bir Gun

Gozlerimin icine bakmaya cesaret edememen cok normal, uzerine dusen gunesin kizil isiklariyla gozlerinin kamasmasi ve bunu bahane edip kafani cevirmeye firsat bulman, bunu fark etmedigimi umman da oyle. Siyah gomleginin mor dugmelerinden yansiyor benim fotograflarim, pembe, bej tasli yola yakin semsiyenin altinda oturmayi ozledigimizi ilk kim itiraf edecek diye bekliyoruz. Gozlerin kamasirken gulumsemeye de gucun oldugunu anliyorsun bir anda, kisa, kahverengi saclarina gunes arada bir yeni renkler katadururken, hafif bir ruzgar da dunyaya yeni bir resim ekleme cabasina yardimci oluyor.Parmaklarim saclarina uzanmayi istiyor.



Bu sarkiyi ilk defa seninle, kaloriferi bozuk, soguk bir odada titrerken ve gozlerim kapali dinledigimi sen bilmiyorsun belki de. Radyonin sesi kisik, kucuk fare bize seslenmeye artik ihtiyac duymazken, uzaniyoruz. Seni gordugum ilk ve son gunun sarkisi, bir kis gunu ve her yer duman, her nokta nane kokulu.

Summertime,
Child, your living's easy.
Fish are, fish are jumping out
And the cotton, Lord,
Cotton's high, Lord so high.

O zamanlar yasliydin sen, bense cok genc. Yuzyuze geldigimiz andan sonra, bir gemici barinda sabahin ilk isiklarina kadar sigara icmistik durmadan, biraz da bira ama sarhos olamamistim ben bir turlu. Kendime uzuldugum, sana acidigim bir gecenin sabahiyla birlesip gunu unutturdugu zamanin sonunda yapay isik hissi veren kis gunesine ciktigimizda yuzunu saklamistin, ve elimi tutmustun.

Buyukannen, neredeyse bir asir once Izmir'den Sakiz Adasi'na kactiginda ilk tanistigi adamla evlenmeseydi, sonra o adam oldugu icin, ikinci bir adamdan 8 cocuk daha dogurmasaydi, o cocuklar ulkenin farkli yerlerine dagilip, izlerini kaybettirmeseydi, belki de, bu sarkiyi hic dinlememis olacaktim.

Your dad's rich
And your ma is so good-looking, baby.
She's a-looking pretty fine to me now,
Hush, baby, baby, baby, baby now,
No, no, no, no, no, no, no,
Don't you cry, don't you cry.

Ictigim ucuz frappe gomlegime damlamadan once, agzimda biriken seker tanelerini eritmeye calisirken, ikimiz de konusmadan ikinci ve son kez birbirimizi gordugumuzu fark ediyoruz. Bu sefer yazdan kalma bir gunde, yalanci yazin her saniyesine sonsuz guven duyarak titremiyoruz.Bu anin ihtimaller dahilinde olacagini bilmeden, kanatlarini cirpmaya usenmenin tadini cikarmak icin buraya ugradigimi sana soyleyemiyorum.

One of these mornings
You're gonna rise, rise up singing,
You're gonna spread your wings, child,
And take, take to the sky,
Lord, the sky.

Bardagi tutusumdan romantik biri oldugumu iddia etmen kadar surreal gelen cok an var bu kucuk hikayede. Okumana izin vermeyecegim sayfalari, okusan da anlamayacagin satirlari yavasca, alnimda biriken terle birlikte yaziyorum kucuk deftere. Yine de sadece, heyecandan gerilmis ve konusacak bir seyler arayan ve o garip uzun sessizliklerin rahatsiz ediciliginden bunalan sadece ben degilim diye seviniyorum. Bana hikayeler anlatiyorsun yine, bana benim hikayemi anlatacak kadar acik sozlu geliyor sesin. Hayatta senin hic dilenmedigin, umursamadigin ve belki de oyle gorunmek zorunda hissettigin yaz gunu sicakligini hep beklemis olan ben olsam da bunlari belli etmiyoruz ikimiz de.

Sorularini soruyorsun ve ben cevapliyorum bazen yalan soyleyerek, senin de belki aynisini yaptigini dusunerek. Bir hikaye anlatiyorsun bana, belki de asik oldugunu dusundugun zamanin hikayesini. Hikayeyi kisa zamanli bir ziyarette, dogu avrupa sehirlerinden birinde yasiyorsun. Iki haftada yasanabileceklerin sinirini zorlamak gibi bir derdin yok, geri donecegini, orayi terk edecegini biliyorsun, bu yuzden fazla irdelemek istemiyorsun, istesen de durduruyorsun kendini. Bir yabanciya, hic asik oldun mu sorusunun karsiligi olarak, bu hikayeyi anlatacak kadar durust, ayni zamanda da kalp kiricisin. Bunlarin hicbirinin farkinda degilsin ama yuzundeki her cizginin anlattigi hikayeleri ben daha cok merak ediyorum, tahmin ediyorsun. Iki haftadan sonra yazdan kalma gunlere donerek devam ediyorsun hayatina, geceyarisindan once uyumayarak, sabah erken saatlerde kalkip isine yetiserek. Okudugun hikayeleri bana anlatmak icin okumus olma ihtimalini dusunuyorum ben de ya da oyle bir hikayede yasamayi dusledigini. Ikimiz hayatin cogu zaman garip ihtimaller sebebiyle sekil aldigini ima edemiyoruz, cunku ayni garip ihtimallerin ayni hayati mahvedebilecegini ve isinma problemi cektirecegini biliyoruz. Senin hikayen iki hafta surerken, benim hikayemin en fazla o surenin birkac kati kadar surebilecegini yaziyorum hikayelerimden birine.


Yillarini gecirdigin, her adimini attiginda ne olacagini bildigin, bulutlar gorununce kac dakika yagmur yagacagini kestirebildigin, neredeyse herkesin seni tanidigi sehirlerde, bir orumcek agi gibi genisleyerek cogalan tanisikliklarinin arasinda, ihtimalleri curutup bitirdigini bilmek imkansiz. Bir sehirde ne kadar az hatira olusturduysan ondan kat kat fazlasini olusturacaginin iyimserligiyle her seyi yapabilirsin, kotu ya da guzel, cirkin ya da iyi, pis ya da herbiri. Butun ihtimaller tanisikliklarinin coklugu ya da azligina indirgendigi zaman, hayatinin artik yasanmaz bir hale geldigini, o hep kucumsedigin umut ve umit etme hallerini kaybetmenin parca tesirli etkisini bilmen zaten yasami zor ve dar eden.

Sesime sigara bulasiyor arada bir sevgili seyircim, nefes almakta gucluk cekmeme sasirmana gerek yok hic. Zaten bir sure sonra cok zaman sonra olusacak midemdeki kramplarin, bogazimdaki dugumlerin izlerini gorebilir hatta fotografini cekebilirsin. O fotografi saklayip sonra vakti gelince, ben sana haber verince, fotografa bakip hayal edebilirsin neler oldugunu. O parlak sayfaya su ani degil, gelecegimi hapsedebilirsin. Uzun aksamlar sonra bir gun belki kar yagarsa, biraz da usudugumu hayal edebilirsin. O an iste gelecekte yasadiklarimin su ani etkiledigine inaniveririm belki, seni de kandirabilirsem su satirlara okumana izin veririm.

Maviyi topraga batirip cikardiktan sonra, sekil verip yerlestiririm yerine bazen, adini de gokyuzu koyarim. Altina yerlestiririm hep kucuk adalardan olusan okyanus genisligini. Sonra uzerinde bulundugum buluttan belki duydugum bir sarki yuzunden atlarim asagiya, ucmaya mi baslarim, sarkiyi mirildanmaya mi?



Yorulmamiza gerek yok, hicbir seyi konusmamiza da. Zaten olasiliklarin herbirini dusledigin anda, goreceli bir siirin dizelerini de yerlestirmis oldun sayfaya. Hikaye basladigi gibi bitmek zorunda, yoksa ona bir oyku gibi yaklasip, okuma istedigi de duymazdin. Genel resmi gormeyi takinti haline getirmis gibiler icin en tehlike bilinc budur derler eski cadilarin kitaplarinda, kucuk fareyi arayip bulsam, birkac soru sorsam, tavsiyelerini dinlesem tekrardan. Yok hayir, naneyi sevmiyorum artik, nane de beni, rengi o sehri bu sehri hatirlatan hicbir seyi, sesi o insani bu esyayi animsatan herseyi bir romana doldurup kapatabilmektir hayalimdeki yazarin gordugu ruyanin en buyuk amaci. Zamani alip, yuvarlak bir nesneye donusturdugumu izle, kahvenin biraktigi kahverengi izler, gomlegimden gecip tenime yapisti ve yanik bir koku burnumda iceriye bacadan cikan duman gibi giriverdi. Senin soyleyeceklerini dusleyemiyorum, o gun geldiginde bu hikaye de bitecek ama o gun gelene kadar, o gunes dogup, o isiklar her yeri sarartana kadar

until that morning,
Honey, n-n-nothing's going to harm ya,
No, no, no no, no no, no...
Don't you cry — cry.

Gercekligini arayan bir hikayenin kahramani, ayni sarkinin aldigi farkli halleri birer zaman birimine donusturur sonra. Bu uc farkli halin ilki dogumu, buyumeyi ve ne oldugunu bilmeden gulumseyip ayni anda aglamayi anlatir. Ikincisi arada kalmisligin verdigi dogal bilinmezlikle, daha az aglamayi ve daha az gulumsemeyi ve hayal etmeyi bir siire donusturup bekler. Ucuncusu ise butun bunlarin hepsinden sonra ve hepsinden once gelir, hep oradadir ve herseyi icinde saklar, ayni anda gulumseyip aglamanin fiziksel gercekligi, hayallerin ve gerceklerin birbiriyle birlesip, istedigin gibi bir gokyuzu yaratmani saglayan, bulutlara kurabiye kaliplariyla sekil verip, denizleri berrak ve dalgasiz maviyle karistirip kahve kopugu gibi beyaz bir tabaka olusturmanin ruyasidir. Bu uc zaman biriminin ayni anda kesistigi bir yer var der eski yazitlar, belki bir hikaye okurken cikar karsiniza, belki guneste otururken kahve damlayinca gomleginize. O anda parmaklarinizin istediklerine izin vermezseniz bu sansi kaybedip belki de bir daha yakalayamazsiniz diye de not duser eski zaman yazitlari ama bu hikayenin kahramani o uc zaman birimini de alip, bir kaba koyup karistirdiktan sonra bu yazitlarin sahipleri mezarlarinda rahatca uyumaya baslamislar diye de bir soyletinti vardir. Her halukarda gecerli olan kural burada da gecerli oldugu icin, neye inanip inanmamak gibi bir ikilemin yeri yok bu hikayede. Gun gelince hepsi anlamini kazanip, ucmaya baslayacak zaten. O parmaklara izin vermemis olanlar da anlayacak, gec de olsa guc de olsa. Hikayeyi guzel yapan, basindan sonunu tahmin etmeye calismak degil midir zaten?

1 yorum:

  1. Ne diyeceğimi bilemiyorum en çok okuduğum yazın bu oldu.

    YanıtlaSil