26 Eylül 2009 Cumartesi

Sonsuzluk ve Bir Gun

Bir balkonum var bir apartmanin en ust katinda, kucuk, gri demir parmaklikli bir sehir manzarasi. Sol basta canak antenlerin ve kirli binalarin arasindan gorunen Akropolis, sag basta sehrin en buyuk kilisesi manzaraya dahil.Balkonun icinde iki adet plaj sandalyesi olan, parlak, kirmizi, yesil, mavi ve sari renklerde ciceklerle desenli. Bir sehre bakiyorum bu balkondan, uyaninca ve uyanmadan once ve aradaki zamanlarda.

Gordugum belki de en cirkin balkon manzaralarindan birine aday olabilecekken, cilvesini sehrin karmakarisik, daginik siluetinden alip kandiriyor beni. O sandalyelerde bir zamanlar karsilikli oturan bir cift vardi, kendi gozlerimle gormedim, o yuzden belki de varmis. Birisi aylar once yasamini yitirdi, digeri ise su aralar olmeyi belki de herkesten cok isteyecek kadar aci icinde bir yataga mahkum, belki de su satirlar yazilirken ayriliyor varligi bu dunyadan, bilmiyorum.

Bildigim tek bir sey var, ikisi de yillar once bir yaz aksami bu balkonda otururken bu gunu dusunmediler hic, bu anin gelecegini ne kestirebildiler ne de hayal edebildiler. Belki de o andaki varliklari hep uzayan, sonsuza giden bir izmis gibi ciziliyordu akillarinda, tipki balkonda gorunen gunesin Akporolis'in tepesinden dogup, kilisenin sagindan battigi gibi. Her gun gerceklesen, aksatmadan, bekletmeden, bir sekilde devam eden bir dongu gunesin dogmasi, batmasi ve bu manzara insana bulastiriyor hastaligini.

Sen de uyanacaksin yarin sabah, ve uyuyacaksin sonra. Arada yemek yiyip, kahkahalar esliginde mutlu oldugun ve herkesten cok bildigin icin, bilincinle boyayacaksin aksamlarini, sonra biraz icmek isteyeceksin, isteyeceksin cunku o bilincin seni yoracak ve zayiflatacak. Hicbir yere gitmeyecegini bilsen de biraz icip, kendini kandirmak isteyeceksin, gunes o anda asili kalacak havada. hareket etmeyecek. Belki de ogle vakti, belki de tam ogle yemeginden sonra.

Karsi apartmanda dizili balkonlarda sira sira, kalabalik ve bol kahkahali, bol zeytinyagli aileler goreceksin, sen de oyle olmayi ya da oyle olmadigin icin mutlu olmayi isteyeceksin bir yerlerde. Ama istediklerini yapacak birileri olmayacak ve anlayacaksin o zaman, beyninin ya da orada her ne varsa onun icinde yasadigin hapis hayatinin ve her seyin, simgelerle dolu hayatinin bir uzun romandan farksiz, belki daha ayrintili, belki daha gercekci, belki daha mutlu ya da mutsuz oldugunu farkedeceksin. Iste o anda, o kalabalik manzaranin arasindan bir melodi calmaya basladigini duyacaksin.




O an, farkina vardigin hayatin, aslinda istediklerinin neredeyse hicbirinden olusan bir kolaj gibi gorunecek gozunde, uzun yillar once, genc yaslarinda, herkesin dediklerini saygiyla karsilayip biraz da ruzgara biraktigindan kendini, yasamak odun vermektir diye fisildayacaksin.Ictigin sigaralardan sesin belki de artik cok farkli cikacak, yillar once ayni seyleri soyleyen sen ve su anda bunlari dile getiren sen ayni degil artik. Farkli olan nedir diye sorsan da anlamlandirmak icin gecirdigin tum senelerin, uzaklarda ve kendisinden artik haber alamadigin tek cocugunun kucukken agladigi anlari hic unutmayacaksin ya da aglattigin anlari.

Yillar once, bu sehre cok yakin bir ada koyunde beraber gezdiginizi o anda izleyeceksin balkondan, tam karsina, gokyuzune gerilmis bir sahnede, dagin arkasinda deniz var, gorebiliyorsun belki de ama onemli degil. Tek hayalini kurabildigin ve umrunda olmasi gerek sey gibi gelen ruya bu. Sevdigin kadin ve cocugun, tam aranizda, kisacik, kirmizi bir elbiseyle, gulumsuyor sana, cocuklarin gulumsemesi farklidir sen de biliyorsun bunu, ogreneli belki onyillar olsa da, bunu hep hissedebiliyorsun. Sevdigin kadin da kirmizi, askili bir elbiseyle tam diger yaninda duruyor sahnenin, o da gulumsuyor, buyumus, yasamis insan gulumsemesi. Cocuklarinki gibi degil, farki biliyorsun ama anlatamiyorsun.

Kendine bakiyorsun sonra, sen de oradasin, o sahnede ama hissedemiyorsun. Buruk bir gulumseme senin de yuzune yayilmak icin caba sarfediyor belli ama aklindan gecen binlerce tren ve sehirlerin acilari, insanligin pislik dolu gecmisi, hepsi bulandiriyor bakisini, nefes alisini, gulusunu ve cocugunun elini tutus seklini. Gunes sahnenin arkasinda, dagin kenarinda olmasi gereken denize dogru batiyor yavasca. Yillarini harcamis bir insan, neye harcadigini dusundukce mi aci ceker yoksa dusunmedikce mi? Soru sormaktan yorulmus, hayatin hep sorulari sormak ve belki bir gun bir cevap bulabilmek icin gecen saatlerde dolmus, evinin her kosesinde biriken kitaplar tozlarla kaplandikca, zihnin de ayni eskimeyi gostermis belki de, ama hepsi hafizanda, hepsi taze bir sekilde duruyor yerli yerinde.

Zamanin tanimlanabilir bir yani yok, sen de biliyorsun. Denesen de, denemenin bile bir insan acziyeti oldugunu anlayacak kadar bilinclisin, o ayni bilinc seni uzse de zaman zaman, o ayni dunyayi goren gozler, artik gormeyi istemese de bu sensin.

Sen gideli cok olmus, belki de olmamis, belki de hala o balkonda arada bir izliyorsun o sahneyi. Salondaki siyah koltukta gecirdigin kalp krizi, bir hisse donusup evin her yerine yayilmis, yerlere sinmis, camlara iz birakmis ve balkondaki sandalyelerden birinin uzerine coreklenmis, oturuyor oylece. Diger sandalyenin sahibi de su saatlerde belki de birakiyor ayni etkiyi yavasca, uzun yollardan sonra ancak gelip bulacak bu balkonu, belki de gelmek istemeyecek, bilmiyorsun, bilmedigin icin oldugunu hatirliyorsun.

Dusecek gibi duran bir balkon bu, bulutlanan havadan akan yagmurla islanan.

Bir ruya gormek istiyorsun simdi, piyanoyu duyacaksin bu sefer, farkli bir melodi calmaya baslayacak.



Olmeden once o balkonda, ikindi vakti tam gunes karsindayken oturuyorsun. Yaninda kullugun, sigara paketin ve cakmagin, ickini artik bardaktan icmenin gereksizligini anlamissin. Karsindaki sandalye bos, hicbir zaman dolmayacagini, hayatinin bu noktaya geldigini, zamanin bukulup, evrilerek, butun yasanan her seyden sonra burada tek basina olecegini biliyorsun. Cocuguna kucukken okuttugun kitaplari hatirliyorsun, gurur duyuyorsun kendinle. Sevdigin kadinla geciridigin guzel bir aksami animsiyorsun, mutlu hissediyorsun. Yillar gecmis olsa da, bu kavram zamani istedigimiz sekli vermenin aci bir sonu olsa da, o anlar hic eskimemis gibi canlaniyor tam karsinda. Bu balkonu bu yuzden seviyorsun, hem sehri gorup dunyaya baglaniyorsun, hem de karsindaki gokyuzunde hayalini kurdugun anilarini sahneleyip tekrar tekrar izleyebiliyorsun. Hatalarinin farkinda misin, tam olarak bilmiyorsun ama eminsin ki herkes yanlis kararlar verip, kotu sonuclara sebep olabiliyor hayatta, sen de sadece o ayni kavmin bir uyesisin, milyarlarca insandan, yasamis, yasamamis, yasayamamis yiginlardan farksizsin ama farkin bunun farkinda olman diye yine gurur duyacak bir sey bulabiliyorsun kendinle ilgili. Kafani salliyorsun, bunlari dusunmeye gerek yok simdi, hava kararir kararmaz salona gecip, siyah koltuga oturup kalp krizi gecireceksin ve artik bitecek bu izdirabin ama yine de gitmek istemiyorsun, aci da olsa durmak istiyorsun o balkonda, salondaki koltuk artik hosuna gitmiyor, oraya ugramadan cikip kacmak istemiyorsun belki ama balkonda iceriye girmenin neyi baslatacigini bilip korkuyorsun. Bir yerlerde okudugun bir yaziyi hatirliyorsun, insan yasamayi ogrenirse olmeyi de ogrenir, olmeyi ogrenmek yasamayi ogrenmetir diyordu o yazi. Onu anlamak uzeresin birazdan, ve gunes karsinda kirmizi, tipki o sahnedeki kirmizi gibi parliyor. Sonra karsinda dag sahneden cekiliyor milyonlarca atli tarafindan, sen hep o hayalini kurdugun gunesin batisini tam gorebil diye. Bu sefer arkasina saklanacak bir dag yok gunes icin, sadece mavi ve dalgasiz upuzun ve genis bir deniz var. Gunes yavasca batiyor denizin icin, ufuk cizgisine gitmeden karsinda yakinda bir yerlerde giriyor denizin icine gunes, kirmizisi hafifce solmaya basliyor gunesin ama atesi sonmuyor, dumanlar cikiyor her yerinden dev kutlenin. Gunes tipki caya atilmis bir seker gibi gomuluyor yavasca denizin tam ortasina, dunyanin tam ortasina, hava kararmaya basliyor, los bir kirmizi isikla kaplaniyor hep bildigin gokyuzu. Son sigarani sondurup, ayaga kalkiyorsun ve o sahneyi tekrardan izliyorsun gunesin los isiginda, tam da denizin uzerinde kurulmus sahnede. O anda bir seyler soylemeye basliyor sahnedekiler, sen degilsin konusan, belki sevdigin kadin, belki de cocugun ama duyamiyorsun. Bagiriyorsun tekrar edin diye ama duyamiyorlar seni, sadece gulumsuyorlar, ucunuz de gulumsuyorsunuz. Bir cocuk, iki buyuk gulumseme, yasamis, yaslanmis insan gulumsemesi. Sen cocugunun gulmusemesine bakiyorsun, ve belki de yillar sonra tam da olmeden once, tam da salondaki siyah kanepeye gidip kalp krizini gecirmeden once, o gulumseye senin de yuz kaslarinin izin verdigini fark ediyorsun. Siyah koltuk seni bekliyor, sen de balkonun kapisini kapatmadan geciyorsun iceriye. Koltuktan hala gorebiliyorsun gunesin uzerine dizilmis sahneyi ve bir seylerin eksik kalmis oldugu dusuncesiyle karisik gulumsemeni. Iste o anin olmek icin en guzel an oldugunu biliyorsun, sadece bir sey istiyorsun bir gun daha, sadece bir gun daha yasayabilmek. Yillar once izlemedigin bir filmde gecen bir repligi dusunuyorsun sonra, hic haberin olmadan. Yarin ne kadar surer diye sorabiliyorsun, sonsuzluk ve bir gun derken koltugun icine gomulusun tipki gunesin denizin icine gomuldugu gibi bir resim ciziyor dunyaya, oylece tam da orada, bitiyor duydugun melodi.

2 yorum: