7 Ekim 2009 Çarşamba

Göl-ge-mi

O mutluluk ve umut
Bakıp da gözlerime
Kıyılardan açıldı kıt
Balıkların nefesinde.

İki gün oldu, uzak kaldırımda seni en son göreli.

Ölüm, hayatımızı anlamlı kılıyor geceye ses veren tedirgin kedilerin peşinde. Her şeyin başı ve sonu olması gerekiyor anlamamız için bugünü. Hayatı şekillendiren, yoğurup bir dağın tepesine bir mabetmişçesine koyan, mezara gireceğimiz günün sözü, vaadi. Mezar taşına ne yazılacağına başkaları karar versin, ben başka şeylere karar vereyim.

Yaşadıkça da yaşlanmayı ve pişmanlıkların ve kaçan, gerçekleşmeyen, hayal edilenlerin yokluğunun atmosferi doldurduğunu izleyeyim.

Düşümde kendimle karşılaştım dün gece. Yaşlanmış, saçlarının tamamı kurşuniye çalmış, gözlerinin morluğu eski anıları hapseden soluk bir yüz. Yüzüme baktı, gülümsedi ya da, her şey mahvoldu ifadesini sakladı arkasına. Bir soru sormak istedim kendime, sadece bir soru.

‘Lock all the doors, kill the light.
No one’s coming home tonight.
The sun beats down and don't you know?’

Akşamüstü oturduk bir bankta, cadde kenarında, sokakların aktığı, insanların ölümü reddetmek, unutmak için deli gibi çabaladığı diğer bir dünya zamanında. Her şey aynı, hiçbir şey değişmiyor bu eksende sanki. Biz, büyük hikayelere artik inanmayan kayıp zamanların silik yüzleri, tüm uğraşları anlamaya çabalamak ve anlayamamak arasında sıkışmış, hüzün dolu bakışları olan tek mevsim çocukları. Tesadüf varlığımıza o kadar çok hikâye yazdık, o kadar çok inandık ki kendi yazdığımız hikayelere, bu fazlalık ve inanç asıl amacımızın ne kadar bos olduğunu hiç hesap etmememize rağmen ortaya çıkardı.

‘Yaşa’ dedi babam, annem sessizdi. ‘Sus’ dedi biri, ezan aniden kesildi.

O, ezan okunurken, ölen kardeşine ağlamıştı, bense ona, belki de kendime.

Yanımda oturan ben ‘üzülme’ dedi, ‘sadece sen değilsin, sadece sen olmayacaksın.’

Meydanı dolduran göçmenlerin sergilerde sattıkları taklit çantaların renkleri hep aynıydı; siyah ve kahverengi, çaprazında dizilmiş kefelerde oturan insanların içtikleri kahveler de. İçilen kahve sayısı kadar çanta satılır mıydı?

‘Her şeye rağmen, tüm bu kiri, dağınıklığı görmeye rağmen, nasıl, niye devam ettim, niye hala varsın, yok ol’ dedim, fısıldayarak, cevabini bilerek, kendimi kandırarak.

‘Yaşa’ dedi yaşlı adam. Sesler birbiriyle yarıştı. ‘Sorma’ dedim, ezan hiç başlamamıştı.

‘Tamam’ dedi ‘sormam, zaten bildiğinden emin olmana gerek yok. Zar atıldı, taşlar dağıldı, eksik pulları toplamaya küçük, ufacık insanlar yollandı. Sonra insanlar geri gelmedi, onlar da kayboldu, onları aramaya başkaları yollandı, onlar da dönmedi ama hep gidecek yenileri bulundu, zar dönmeye, taslar eksikliklerinde dizilmeye devam etti. Sen gitmedin, gitmeyeceksin de, bu senin seçimin olduğu kadar senin lanetin de. Gidilen yerde ne olduğunu merak etmek ayrı bir hikayenin konusu, kaldığın yerin gerçekliğik yanılgısı daha dayanıklı.’

‘Sadece bir an istiyorum, benliğimin dışında, etimi çevreleyen her şeyin susmasını, uğultunun yok olmasını, içimde büyük bir boşluğun oluşmasını, o derinliğin içinde kaybolup gitmeyi, bir an, sadece.’

‘Sen o anı ararken, ben bu hale geldim, burada tam yanında, sana gelecekten anılarını anlatmaya ve o an kaybolmaya devam etti ve tamamen kaybolduğu için buradayım, hapsoldum, artik senin gölgenim, güneşe çıkmaktan korkma sebebin, alışsan iyi edersin.’

Sustu.

Kusmak için kasılmaya başladı midem. Kahverengi ve siyah. Ve tam meydanîn ortasına, boşaldı içim, çocuklar koşturup sardı etrafımı. Hava zifir, gece başladı. Dizlerimin üzerinde güneşin doğuşuna kaç saat kaldığına, korkarak, titreyerek ve yeni bir kusma nöbetini bastırarak baktım.




‘All our lives are growing cold’

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder